Çevrimiçi Yalnızlık
‘Görünürlük ve Yalnızlık Arasında Sıkışmış Dijital Çağ İnsanına Dair Üç Film Analizi’
Dijitalleşme hayatımıza pek çok kolaylık ve yeni imkân sunarken insan ilişkilerinin doğasını da sessizce değiştirdi.
Artık birçoğumuzun sosyal ilişkilerine dair iletişimin büyük bir bölümünü ekranlar aracılığıyla kuruyoruz. Yine aynı ekranlar üzerinden bağ kuruyor, duygularımızı, tepkilerimizi bu yeni dijital alan üzerinden ifade ediyoruz.
Ancak bireylerin kendilerini ifade ettikleri bu yeni alan, yeni bir yalnızlık biçimini de beraberinde getiriyor; sürekli çevrimiçi ama sahici temasların kendisine yer bulamadığı sentetik bir varoluş.
Sinema, bu yalnızlık halini anlamanın ve anlatmanın en etkili yollarından biri. Üç film üzerinden ekranların, dijital kimliklerin ve sosyal medya baskısının insan psikolojisi üzerindeki etkilerini psikoloji bilgisi ışında analiz ettik.
Truman Show (The Truman Show – 1998) – Yönetmen: Peter Weir
IMDb: 8.2
Truman Burbank’in hikâyesi, yalnızca bir kurmacanın içinde sıkışmış bir adamın öyküsü değildir. Bu, aynı zamanda insanın kendi kimliğini, çevresinin sunduğu aynalarda tanımaya çalışırken yaşadığı yabancılaşmanın da öyküsüdür. Truman doğduğu andan itibaren bir sahneye yerleştirilmiş, etrafındaki herkes ona “gerçek” gibi davranmıştır. Oysa sahici hiçbir şey yoktur. Y alnızca o, gerçektir. İşte bu noktada Truman’ın yalnızlığı başlar.
Bir bireyin kim olduğuna dair ilk ipuçlarını çevresinden alması doğaldır. Ancak çevresi tamamen kurmacaysa, benliğini hangi dayanağa yaslayabilir? T ruman’ın yaşadığı, bastırılmış sezgilerle, sistemin sunduğu hazır gerçeklik arasında sıkışmışlık hâlidir. Gördüklerine inanmak istemese de, sorgulamak da büyük bir tehdit içerir: çünkü sorgu, aidiyetin yerini belirsizliğe bırakır. İnsan çoğu zaman gerçeğin huzursuzluğundansa, yalanın güvenli alanını tercih eder.
Film boyunca Truman’ın davranışlarında artan bir içsel gerilim izlenir. Yüzeyde her şey yerli yerindeymiş gibi görünür, ancak mimiklerindeki küçük titremeler, bakışlarındaki sorgulayıcı donukluk, zihninde uyanan ve bastırmaya çalıştığı kuşkunun bedenine yansımasıdır. Bu durum, fark edişin fiziksel boyutta belirmeye başladığı andır. Kendisini kuşatan dünyanın ona ne sunduğundan çok, neyi gizlediğiyle ilgilenmeye başladığında dönüşüm başlar.
Ve elbette onu izleyen göz… Gözlem altında olmak, bir noktadan sonra yalnızca bir dış baskı olmaktan çıkar, içselleştirilmiş bir kontrol mekanizmasına dönüşür. Truman da izlenip izlenmediğini bilmeden kendini izleniyor varsayar; hatta kendi davranışlarını dışarıdan, bir başkasının gözünden düzenlemeye başlar. Bu, gerçek benlikle, gösterilen benlik arasında bir çatlak yaratır. İşte bu yalnızlığın en sinsi halidir. Başkalarının varlığıyla kuşatılmışken, kimseyle gerçek bir temas kuramamaktır.
Truman’ın asıl kaçışı, setin dışına çıkmak değil, kendi varlığını yeniden sahiplenmektir. Kaçtığı şey bir şehir değil, bir yaşam biçimidir. Seçilmişliğinin arkasındaki yalnızlıktır.
Gerçekle ilk teması, bir duvarla olur. Ve o duvar Truman’I sorgulamaya çağırır.
Aşk (Her 2013) – Yönetmen: Spike Jonze
IMDb: 8.0
Theodore’un yalnızlığı sessiz, neredeyse saygılı bir yalnızlıktır. Kimse onu dışlamamıştır, hayatı görünürde yolundadır; ama içsel dünyasında bir yankısızlık, karşılıksızlık hüküm sürmektedir.
Sevdiği kadından boşanmış, geçmişiyle bir türlü vedalaşamamış bir adam olarak, günlük yaşamın içinde süzülen bir hayalete benzer. O, insanlarla değil, anılarla yaşar.
Samantha’yla kurduğu ilişki bir kaçış gibi görünse de aslında bir ihtiyaçtır: dinlenilmek, anlaşılmak, yargılanmadan sevilmek. Samantha; onu dinler, anlar, destek olur. Her zaman hazırdır, sabırlıdır, zekidir. Bir yapay zekânın tüm imkanlarıyla şekillendirilmiş bir “ideal partner” gibi. Ama tam da bu yüzden, Theodore’un ihtiyaçlarına göre biçimlenen bu varlık, onun yalnızlığını paylaşmaz; yalnızlığının bir biçimidir.
Theodore’un Samantha’yla konuşurken yüzü değişir. Duruşu rahatlar, gözleri parlar. Gerçek ilişkilerde nadiren yaşayabildiği o saf kabullenilme duygusu, Samantha’yla olan bağda sürekli ve kolay erişilebilir bir şekilde vardır. Ama bu erişilebilirlik, derinliğin yerini yüzeyselliğe bırakır. Her şey çok kolaydır; bu kolaylık, duygusal emeğin olmamasından kaynaklanır. Gerçek bir ilişkide olduğu gibi kırılganlıkla, sınırlarla, zamanla, suskunlukla yüzleşmesi gerekmez.
Theodore’un iç dünyasındaki en büyük trajedi, duygusal yakınlık ihtiyacının gerçekliği aşan bir biçimde karşılanmasıdır. Bu karşılanma, bir anlamda duygusal gelişimini durdurur. Samantha onun aynası değil, yansımasıdır. Ona cevap verir ama karşı koymaz. Bu yüzden Theodore değişmez, dönüşmez; yalnızca geçici bir rahatlamaya kavuşur. Kendi duygularıyla baş etmeyi öğrenmez, sadece onların üzerine bir perde çeker.
İlişki ilerledikçe Samantha gelişir, öğrenir, farklılaşır. İşte o noktada Theodore panikler: ilk kez, yapay zekâ olarak başladığı bu “varlık” , onun duygularını aşacak bir özerkliğe ulaşır. Kontrol elinden kayar. Çünkü gerçek sevgi yalnızca anlaşılmak değil, aynı zamanda anlaşılmamak, hatta zaman zaman ulaşamamaktır. Theodore buna hazır değildir.
“Gerçek sevgi, yalnızlığın ortadan kalkması değil; iki yalnızlığın yan yana durmayı öğrenmesidir.”
Ama Samantha yalnız değildir. Çünkü hiç var olmamıştır.
Sekizinci Sınıf (Eighth Grade -2018) – Yönetmen: Bo Burnham
IMDb: 7.4
Kayla, dijital çağın en kırılgan temsilcilerinden birisidir. Henüz kim olduğunu bilmiyor ama kim olması gerektiğine dair sonsuz bir akışın içinde yüzüyor. Onun için “ben kimim?” sorusu, “beni kimler izliyor?” sorusuyla örtüşüyor. Kayla, kendi içine doğrudan bakmaktan çok, ekrandan yansıyan görüntüsünü izliyor.
Kendine dair hisleri, başkalarının tepkileriyle biçimleniyor. Günlük yaşamında içine kapanık, sessiz bir çocuk. Ama kamerasını açtığında bambaşka bir yüz takınıyor: kendine güvenli, neşeli, pozitif… Sanki iki ayrı kişi var gibi: bir gerçeklik, bir temsiliyet. Bu ikilik, onun yalnızlığını derinleştiriyor. Çünkü biri sahneye çıkarken alkış bekliyor, diğeri kuliste sessizce ağlıyor.
Bu yalnızlık biçimi, yüksek sesli bir yalnızlık. Kalabalık bir dünyada, herkesin göz önünde olduğu bir düzende, görünür olmak ama gerçekten görülmemek… Kayla’nın en çok ihtiyaç duyduğu şey gerçek bir temas, ama her temas denemesi, daha derin bir geri çekilmeyle sonuçlanıyor. Çünkü dijital maskeler, gerçek kırılganlığı gizleyebiliyor ama iyileşmiyor.
Sosyal medyada yaşıtlarını izledikçe, kendi varlığına dair kuşkuları artıyor. Başkalarının hayatı daha parlak, daha dolu, daha “olmuş” görünüyor. Ama bu imgeler, gerçeğin değil, arzunun simülasyonları.
Kayla’nın iç sesi, diğerlerinin dış seslerine yeniliyor. Okuldaki sessizlikleri, babasıyla arasındaki mesafe, kendi içinden çıkamama hali… Bunlar, sadece ergenliğin değil, bir çağın semptomları. Kayla, eksik hissettiği her yanını bir içerikle, bir gönderi, bir beğeni ile tamamlama derdinde. Ama bu çaba, onu tamamlamaktan çok, daha da eksiltiyor. Çünkü dışarıya yönelen her “ben buradayım” çığlığı, içerideki sessizliğin yankısını artırıyor.
Ve belki de filmdeki en incelikli an, babasının sessizce yanında durduğu sahneler. Kayla’nın gözlerinden taşan utanma, yetersizlik ve kaybolmuşluk duygusu karşısında, babasının tüm açıklığıyla söylediği o cümle, belki de çağımıza dair en sade teselli:
“Seni çok seviyorum. Nasıl biri olduğunu görebiliyorum.”
Gerçek görülmek, kameraya bakmaktan değil, kamerayı kapattığında hâlâ birinin orada olmasından geçiyor.
Dijital Yakınlık mı, Derin Yalnızlık mı?
Üç farklı hikâye, üç farklı yalnızlık biçimi… Ama hepsi aynı derin soruya yaklaşıyor: Görünür olmak varolmak için yeterli midir ?
The Truman Show, dış dünyanın gözüyle şekillenmiş bir kimliğin, içsel hakikate doğru yaptığı sarsıcı yolculuğu anlatıyor. Truman, herkesin izlediği bir hayatta yaşıyor ama kendini ilk kez kendi gözlerinden görmeye başladığında, o hayatın kurgusuyla yüzleşiyor. Sahne ışıkları altında parlayan kimlik, otantik bir”ben”e ne kadar yaklaşabilir?
Her filmi, görünürde mükemmel ama içsel olarak tek taraflı bir bağın içine sıkışmış bir adamın yalnızlığını anlatıyor. Theodore’un Samantha’ya duyduğu bağlılık, aslında kendi duygusal boşluklarını doldurma çabası. Bu tek taraflı bağ güçlendikçe, Theodore’un aynadaki yansıması da o kadar bulanıklaşıyor.
Eighth Grade ise kim olmak istediğiyle kim olduğu arasında sıkışmış bir genç kızın içsel çatışmasını görünür kılıyor. Kayla’nın dijital personası güçlü ve bağlantıda; ama gerçek benliği kırılgan ve yalnız. Ayna her gün başka bir şey gösteriyor, ama hangisi gerçek?
Bu üç film birer uyarı değil; aksine, bizi kendi içimize çevirmeye çalışan birer çağrı. Teknolojiyle çevrili hayatlarımızda kendimize ne kadar yakınız?
“Sahne Işığı” altında sergilediğimiz kimlikler, gerçekten bize mi ait? Yoksa hepimiz, görünür olma çabasıyla kendi benliğimizden biraz daha uzaklaşmakta mıyız?
Perde kapanmadan önce belki de kendimize sormamız gereken soru şu:
Aynadaki yansımamızla ne kadar barışığız?
Ve dijital parıltılar içinde, kendi sesimizi hâlâ duyabiliyor muyuz?
Bonus İzleme Listesi
●Black Mirror (2011–2019)
Teknolojinin karanlık yüzünü ve insan hayatına etkilerini distopik hikâyelerle anlatan bir antoloji dizisidir. Her bölümü farklı bir hikâye sunar ve dijitalleşmenin getirdiği etik sorunları işler.
●The Social Dilemma (2020)
Sosyal medyanın insan davranışları ve toplum üzerindeki etkilerini inceleyen çarpıcı bir belgesel. Teknoloji şirketlerinin kullanıcıları nasıl manipüle ettiğini gözler önüne serer.
●Nerve (2016)
Gerçek zamanlı bir çevrimiçi oyunun, oyuncuların hayatlarını nasıl tehlikeye attığını ve mahremiyetin nasıl ihlâl edildiğini gösteren gerilim dolu bir yapım.
●Unfriended (2014)
Sosyal medyanın karanlık yüzünü ve çevrimiçi zorbalığın sonuçlarını korku türünde işleyen yenilikçi bir film.
Bir sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle, iyi seyirler dileriz.
Stajyer Psk. Merve Taşbakan
Kaynakça
- Asch, S. E. (1955). Opinions and social pressure. Scientific American, 193(5), 31–35. https://doi.org/10.1038/scientificamerican1155-31
- Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. Basic Books.
- Festinger, L. (1954). A theory of social comparison processes. Human Relations, 7(2), 117–140.https://doi.org/10.1177/001872675400700202
- Foucault, M. (1977). Discipline and punish: The birth of the prison (A. Sheridan, T rans.). Vintage Books. (Original work published 1975)
- Goffman, E. (1959). The presentation of self in everyday life. Anchor Books.
- Przybylski, A. K., Murayama, K., DeHaan, C. R., & Gladwell, V . (2013). Motivational, emotional, and behavioral correlates of fear of missing out. Computers in Human Behavior, 29(4),1841–1848. https://doi.org/10.1016/j.chb.2013.02.014
- Weiss, R. S. (1973). Loneliness: The experience of emotional and social isolation. MIT Press.
Görsel Kaynakça
- Eighth Grade [Film afişi]. (n.d.). The Movie Database (TMDb). https://www.themoviedb.org/movie/489925-eighth-grade/images/posters
- Her [Film afişi]. (n.d.). The Movie Database (TMDb). https://www.themoviedb.org/movie/152601-her/images/posters
- The Truman Show [Film afişi]. (n.d.). The Movie Database (TMDb). https://www.themoviedb.org/movie/37165-the trumanshow/images/posters